Şaka maka derken askerim, kendim ettim kendim buldum. Aylardır gitcem gitcem diyordum, al işte günler iyice yaklaştı, pazar günü jandarma olacağım.
Ulan madem askere gidiyorum, hem de şu hayatta bir kere gidiyorum diye diye hiç bir adeti eksik bırakmadım. Veda partileri- helalleşmeler, yeşil renk don+atlet alışverişinden sonra bu akşam nihayet mevlütümüz de okundu. Bir bana değil, köyümüzden benim dışımda askere giden 3 gencimiz daha var. Tabi onlar normal yaşında gidiyor, beni görenler pek bir şaşırdı, kıs kıs güldü, bu yaşta ne askerliği diye, neyse. Hepimiz için aşağı mahalledeki büyük camide akşam-yatsı arası hocalar okududa okudu. Öncesinde fatma yenge pilav pişirdi, cemal aga dağıttı. Ben de lokum ve gülsuyu ikram ettim gelenlere. Camide bir ara fena moda girdim, neredeyse ağlıyordum. Hocanın biri dokunaklı bir gazele asıldı, peygambere övgüler dizdi. Dua edildi bol bol, vatan-millet-ümmet-şehadet...Bir ara entelleştim, dua esnasında şiddetin kutsallaştırılmasını falan düşündüm, geçti gitti.
Şimdi hala göndermediğim eğitim raporunu yazma niyetiyle içinde bulunduğum köyümüzün internet kafesinde epeyce pes oynadıktan ve nihayet yazdığım eğitim raporunun ardından bloğu güncelliyorum. En son liverpoolda güncellemiştim burayı artık bir sonraki balıkesir olur heralde.
Benim yarim karşıkı dağda cenderme cenderme...
11 Aralık 2008 Perşembe
20 Ekim 2008 Pazartesi
Londra-İstanbul-Ankara-Adapazarı
Liverpooldan sonraki rota bu şekilde gelişti. Liverpooldaki 4 günün ardından bir gece otobüs yolculuğu ile londraya geldim. Gece otogarda bekleme deneyimi heryerde az çok aynıymış, evsizler, evsizlere iğrenerek bakan yolcular, sevgilisini uğurlamaya gelenler, bekleyenler. Koltuk numarasız bilet ve muavini olmayan bir otobüs...Londraya geldiğimde henüz güneş açmamıştı. Sabahın bir vakti, henüz birkaç saat önce sessizliğe büründüğü hissedilen sessiz sokaklar. Elimde bir kağıda çiziktirdiğim hostelin adresi, sırtımda çanta...Sora sora buldum hosteli, tek gecelik evimi. Pek çok fransız ve polonyalı vardı salonda. İkiden önce oda vermedikleri için yığıldım kaldım bir koltukta. Anlamadığım dilde muhabbetlere kulak misafiri oldum birkaç saat uyumadan önce. Uyandıktan sonra hemen bir harita edindim 1.99a. Sonra uzun bir tur thames nehri etrafında. Bilumum turist attractions mekanlar: tate britain, house of parliament, bigben. Ordan buckhingam palace hyde park, o güzelim parkta çekirdek satılmaz mı kardeşim. Akşamki tura trafalgar meydanından başladım, sohoya yürüdüm geceyi bitirmek için. Dönüşte bir sigara sardım nehrin kenarında, düşündüm, üşüdüm.
Sonraki gün misafirliğe neve gittim. İlk defa londra metrosunu kullandım, önce karıştırdım ama çabucak öğrendim ve hastası oldum metro sisteminin. Nev sağolsun ağırladı beni yemeğimi suyumu verdi. Günler sonra ev konforu başımı döndürdü resmen. O gün nehrin diğer tarafında tur attım, southbank, london eye, tower bridge. Akşam için leicester meydanı etrafında takıldım, londra film festivalinin bir galası vardı odeon sinemasında, pek kalabalıktı ortalık. Hediyelik eşya dükkanlarında bakındım raflara. Param olmayınca, bir çöp bile alamadım. Velhasılı kelam döndüm geldim istanbula.
12 Ekim 2008 Pazar
Liverpool: Avrupa Kultur Baskenti
Iki gundur buradayim. Ne cabuk gecti 20 gun Leedste. Tam da guzel arkadaslar edinmisken tam da sehirde muzelerin disinda gunluk olaylar rutinler gormeye baslamisken. Unutmayacagim birkac kisi, Headingleyde unutulmaz bir rugby maci ve Beechwooddaki unutulmaz kulturlerarasi ev partisi listenin ust siralarinda. Bir de Wortleydeki ev ve ev arkadasim guzel Pauline. E tabi pahali deneyimlerden sonra tanistigim sevkiyat amiri Mister D. Az kalsin unutuyordum; Manuelin Bradfordda gecenin bir vakti pencereden verdigi trombon performansi da essizdi.
Epey alistim buralara diyebilirim. Artik trafigin ters akmasini ve direksiyonun sagda olmasini bile kaniksamiyorum. Ilk geldigimde israrla normal bir araba aramistim gunlerce, sonra gercegi kabul ettim. Ingilizcem onceleri yetersiz gibi geldi bana ama italyan ve ispanyol arkadaslar edinince ingilizcemin cok da fena olmadigina kanaat getirdim. Ki bir gece bir ispanyol ve bir italyan ile kendimizden gecmis halde laflarken ispanyolca konustugumu farkettim. Herseye ragmen ingilizlerin aksanlari pek rahat anlasilmiyor. Ustelik tam bir yerin aksanina alismisken baska bir yere tasiniyorum. Burada neredeyse her mahallede baska bir aksan var.
Liverpool Leedse nazaran daha buyuk bir sehir ayrica hava da daha yumusak (ya da ben alistim artik). Avrupa kultur baskenti olmasi sebebiyle pek cok etkinlik var sehirde. Sansima 5. Liverpool bieaneline denkgeldim. Icim disim cagdas sanat oldu, gozlerim hic olmadigi kadar yoruldu. Bir de katedral ve kilise gezmekten bir hal oldum. Dusunuyorumda madem bu kadar kutsal mekanlarini ziyaret ediyorum acaba hristiyan mi olsam bir sureligine. Epey sevap sahibi olurdum heralde. Yurumeye alistim, hem bir acelem olmadigi icin hem de para suyunu cektigi icin surekli yuruyorum. Istanbulda bir sure yasamis birisi olarak buradaki mesafeler pek uzun sayilmaz zaten.
Neyse simdilik bu kadar yaziyorum, internetin konturu bitiyor. Nasipse yarin kutsal anfield road ziyaretim var. Yakinda gorusmek uzere.
Epey alistim buralara diyebilirim. Artik trafigin ters akmasini ve direksiyonun sagda olmasini bile kaniksamiyorum. Ilk geldigimde israrla normal bir araba aramistim gunlerce, sonra gercegi kabul ettim. Ingilizcem onceleri yetersiz gibi geldi bana ama italyan ve ispanyol arkadaslar edinince ingilizcemin cok da fena olmadigina kanaat getirdim. Ki bir gece bir ispanyol ve bir italyan ile kendimizden gecmis halde laflarken ispanyolca konustugumu farkettim. Herseye ragmen ingilizlerin aksanlari pek rahat anlasilmiyor. Ustelik tam bir yerin aksanina alismisken baska bir yere tasiniyorum. Burada neredeyse her mahallede baska bir aksan var.
Liverpool Leedse nazaran daha buyuk bir sehir ayrica hava da daha yumusak (ya da ben alistim artik). Avrupa kultur baskenti olmasi sebebiyle pek cok etkinlik var sehirde. Sansima 5. Liverpool bieaneline denkgeldim. Icim disim cagdas sanat oldu, gozlerim hic olmadigi kadar yoruldu. Bir de katedral ve kilise gezmekten bir hal oldum. Dusunuyorumda madem bu kadar kutsal mekanlarini ziyaret ediyorum acaba hristiyan mi olsam bir sureligine. Epey sevap sahibi olurdum heralde. Yurumeye alistim, hem bir acelem olmadigi icin hem de para suyunu cektigi icin surekli yuruyorum. Istanbulda bir sure yasamis birisi olarak buradaki mesafeler pek uzun sayilmaz zaten.
Neyse simdilik bu kadar yaziyorum, internetin konturu bitiyor. Nasipse yarin kutsal anfield road ziyaretim var. Yakinda gorusmek uzere.
2 Ekim 2008 Perşembe
Leedste bir Murat
Aylardir suren mevzu gercek oldu. Gectigimiz pazartesi gunu once ucakla Manchestera, oradan yaklasik bir saatlik tren yolculuguyla Leedse geldim. Yolculuk ufak bir terslikle basladi, evden cikarken mp3 calarimin kulakligini almamisim. Bu unutkanlik bana duty freede 10 euroya maloldu. Ucak yolculugu rahatti, yanimda iki turk abi vardi, epeydir adada yasiyorlarmis. Biri okumak icin gelmis digeri Fethiyede tanistigi Ingiliz kizla evlenmis. Biraz abilik tasladilar bana ben de dinledim. Manchaster havaalanin yanibasinda tren istasyonu varmis tesaduf, kolayca biletimi alip Leedse geldim.
Evsahibi kurulustan Yasmin karsiladi sagolsun, dogruca kalacagim eve gittik. Beni ev arkadaslarimdan Martaya teslim edip o iftara yetismek icin ayrildi. Sonradan ogrendim Yasmin Bangladesli musluman bir aileden mustesna bir kiz, allah bagislasin. Ev arkadaslarimdan biri Marta; Polonyali , taniyanlar icin, kulaklari cinlasin bizim Bandirma Umite pek benziyor. Hem gorunusu hem mizac. Antremanli oludugum icin sorun yasamiyorum, illaki bir orta yol buluyoruz. O da benim gibi kisa donem proje icin burada. Digeri ise Fransadan Pauline. Kendileri buraya bir yilligina gelmis durumda. Baska bir zaman olsa kolayca asik olabilecegim bir kadin, ama simdi degil. Yine de bazen senin o fransiz aksaniyla murat deyisini yerim diye icimden gecirmeden edemiyorum. Yeni-gecici ev halki bu sekilde efendim. Hepimiz farkli memleketlerden, farkli yerel saatlerden gelmis bulunuyoruz. Ama burada pek cok seyimizi oldugu gibi saatlerimizi de ingiltereye ayarlayip gecinip gitmeye basladik. Merkeze 20 dakika yurume mesafesinde bir binanin 12. katinda dairemiz. Her sabah Leeds manzarasiyla uyaniyorum; eger hava aciksa gunesin dogdugu o kipkizil gokyuzunu de gorebiliyorum erken uyandigimda. Karsi dairemizde de bir gonullu kaliyor, Avusturyadan Dominic. Bizim evde oturma odasi-tv olmadigi icin bazi aksamlar "next door"a tv izlemeye gidiyoruz.
Leeds 750 bin kisilik bir sehirmis. Sehir merkezi coook buyuk degil, insan bir gunde tum sokaklarini gezebilir belki de. Turist bilgi merkezinden alinan bir harita yardimiyla sehirde kaybolmak imkansiz. Sehir insanlar icin imar edilmis, yani oyle araclarin rahati icin koprulu kavsaklar, altgecitler, ustgecitler yok. Bol bol trafik isigi var pek yokusu tepesi olmayan bu sehirde. Hafta ici hergun baska bir kurulusun yuruttugu bir projeye destege gidiyoruz. Ev sahibi kurulusumuzun kendi yuruttugu herhangi bir proje yok, gelen gonulluleri saga sola yonlendiriyorlar sadece. Bir nevi insan kaynaklari ajansi gibi yani. Yaptigimiz isler genelde `gardening` dedikleri kazma-kurek-cevre temizligi isleri. Yanliz bildigin amele gibi calisiyoruz, hatta carsamba basparmagim su toplayip yara oluncaya dek kazma salladim. Sikayetci degilim, zaten bitti sayilir proje.
Hava bir acayip. 10 dakikada bir degismesi mumkun. Bir bakmissin gunes var, bir bakmissin hoop yagmaya baslamis. Semsiyeyi her daim yanimda hazir etmeyi ogrendim. Buranin yagmuru eksik olmuyor ama bu yagmur bildigimiz gibi degil, daha cok ciseleme gibi ya da ahmak islatan dedigimiz turden, ama ruzgarla birlesince cok soguk oluyor. Hesapta buranin yerlisi gibi gorunmeyi amacliyordum ama plan tutmadi. Yerliler tisortle-gomlekle gezebiliyorlar bu mevsimde. hele kizlar; yarabbim nasil donmuyor kiclari... Ben adam gibi ne varsa giyiyorum kat kat; bir de hastalikla ugrasmanin anlami yok.
Gectigimiz cuma gecesi ilk gece hayati deneyimini yasadim. Tum evs tayfasi (fikra gibi, bir alman, bir, fransiz, bir norvecli, vs) 12 genc giris ucreti istemeyen bir mekan aradik. Bu arada kaybolanlar, sokakta iseyenler, taskinlik yapanlar. Neyse nihayet bir yere girdik; ambians hos, renkli. Her cesit milletten adam var. Tuvalette cisimi yaparken yanima laciverte kacan bir siyah abi geldi. Odum koptu; erkeklikten kesiliyordum animallah, neydi o oyle. Neyse ingiliz kizlari pek bir sicak diyelim terbiye sinirlari icinde kalarak. O kadar sicaklar ki minnacik eteklerle ve de corapsiz hic usumeden dolasiyorlar sokaklarda gecenin bir vakti. Etekler sanki sadece kemerden ibaret. Sigara icmek icin kapi disina cikmak gerekiyor. Yine oyle bir anda yanima yaklasan bir Jamaikali arkadas `brother do you need something` dedi. Ben mal gibi odemeyi pesin yaptim, sonra bekle bekle herif gelecek... Neticede 10 pound kaziklandim bu ilk alisveris deneyimimde. Cezayi yine ayaklarim cekti, eve yuruyerek dondum sabahin ucunde; tabi fransiz ev arkadasim olunca yanimda cok da dert olmadi.
Esas mekan bizim mahalledeki pub. Kose basinda, civardaki isci abilerin-ablalarin takildigi bir yer. TVde surekli mac yayini yapan bir kanal, arkadan muzik, her tarafta leeds united bayraklari falan. Ilk gittigimde yanlizdim; iki lager (biranin adi lager burada) icip ciktim. Sonraki seferde Pauline ve karsi komsumuz Dominicin kiz arkadasi da vardi. Saat epeyce ilerlemisti ve mekandakilerin kafasi epey guzel olmustu. Girdigimiz gibi sarhos bir ortayas ingiliz abi sardi bize. Benim Turkiyeden oldugumu ogrenince baslamaz mi galatasaray geyigi yapmaya. Sonra da butun bara donup bagirarak benim istanbuldan gelen bir galatasaray taraftari oldugumu soylemeye basladi. Dedim heralde vade buraya kadarmis, bu sarhos leeds fanatiklerinin elinden sag cikamam. Ama sonra birden bizim sarhos "we are all differants all friends" demeye basladi. Galiba tisortum ise yaradi. Neyse sonra klasik sarhos tavirlariyla ozur dileyip defalarca elimi sikmaya basladi. Hatta bira bile ismarladi, eger bir durum olursa onu bulmami falan soyledi. Neyse ayni gece mekanda insanlar sigara icmeye basladi, biz de bir kulluk istedik ve nihayet buradaki en keyifli anlarimdan biri gerceklesti. Bira-sigara-muhabbet...
Gecen pazar gezmeye Yorka gittim. Buraya bir saat mesafede eski bir tarihi olan huzur dolu bir yerdi. Sehrin duvarlari uzerinde yurudum epey bir sure, ardindan daracik sokaklarindaki magazalarda ilginc ve ucuz bir sey aradim, kalmamis. Sonra dunyanin en buyuk demiryolu muzesini ziyaret ettim. Nihayet sehir muzesi ve yeterince yorulduktan sonra muze parkinda istirahat ve kitap okuma saati. Hastasiyim buradaki park olayina. Tertemiz, yemyesil. Evcil sincaplar var basibos kopekler yerine. Bugun de gecen cuma disariya ciktigimiz ayni ekiple Manchastera geldik gunu birligine. Bir sure hep birlikte gezindik. Ardindan kizlar alisverise erkekler puba. Bir sure sonra baydim ve attim kendimi disariya. Ingilterenin en berbat havasinin oldugu bu sehirde amansizca yurudum yagmur ve ruzgara ragmen. Tarihi The Rylands Libraryde hem isindim hem de yazi-baski ve kutuphaneciligin tarihine iliskin pekcok sey ogrendim. Bir yandan hala hizmet veren bu tarihi kutuphanenin tarihi tuvaletleri bile hizmete acik. 200 yillik bir tuvalette kendimi ozel hissetmedim degil. Kimbilir ne alimler oturdu su an oturdugum yere diye gecirdim icimden. Simdi Manchaster universitesi yakinlarindaki bir ogrenci mekaninda hem kahve icip hem de beles internet araciligiyla blogu guncelliyorum.
(devami gelecek)
Evsahibi kurulustan Yasmin karsiladi sagolsun, dogruca kalacagim eve gittik. Beni ev arkadaslarimdan Martaya teslim edip o iftara yetismek icin ayrildi. Sonradan ogrendim Yasmin Bangladesli musluman bir aileden mustesna bir kiz, allah bagislasin. Ev arkadaslarimdan biri Marta; Polonyali , taniyanlar icin, kulaklari cinlasin bizim Bandirma Umite pek benziyor. Hem gorunusu hem mizac. Antremanli oludugum icin sorun yasamiyorum, illaki bir orta yol buluyoruz. O da benim gibi kisa donem proje icin burada. Digeri ise Fransadan Pauline. Kendileri buraya bir yilligina gelmis durumda. Baska bir zaman olsa kolayca asik olabilecegim bir kadin, ama simdi degil. Yine de bazen senin o fransiz aksaniyla murat deyisini yerim diye icimden gecirmeden edemiyorum. Yeni-gecici ev halki bu sekilde efendim. Hepimiz farkli memleketlerden, farkli yerel saatlerden gelmis bulunuyoruz. Ama burada pek cok seyimizi oldugu gibi saatlerimizi de ingiltereye ayarlayip gecinip gitmeye basladik. Merkeze 20 dakika yurume mesafesinde bir binanin 12. katinda dairemiz. Her sabah Leeds manzarasiyla uyaniyorum; eger hava aciksa gunesin dogdugu o kipkizil gokyuzunu de gorebiliyorum erken uyandigimda. Karsi dairemizde de bir gonullu kaliyor, Avusturyadan Dominic. Bizim evde oturma odasi-tv olmadigi icin bazi aksamlar "next door"a tv izlemeye gidiyoruz.
Leeds 750 bin kisilik bir sehirmis. Sehir merkezi coook buyuk degil, insan bir gunde tum sokaklarini gezebilir belki de. Turist bilgi merkezinden alinan bir harita yardimiyla sehirde kaybolmak imkansiz. Sehir insanlar icin imar edilmis, yani oyle araclarin rahati icin koprulu kavsaklar, altgecitler, ustgecitler yok. Bol bol trafik isigi var pek yokusu tepesi olmayan bu sehirde. Hafta ici hergun baska bir kurulusun yuruttugu bir projeye destege gidiyoruz. Ev sahibi kurulusumuzun kendi yuruttugu herhangi bir proje yok, gelen gonulluleri saga sola yonlendiriyorlar sadece. Bir nevi insan kaynaklari ajansi gibi yani. Yaptigimiz isler genelde `gardening` dedikleri kazma-kurek-cevre temizligi isleri. Yanliz bildigin amele gibi calisiyoruz, hatta carsamba basparmagim su toplayip yara oluncaya dek kazma salladim. Sikayetci degilim, zaten bitti sayilir proje.
Hava bir acayip. 10 dakikada bir degismesi mumkun. Bir bakmissin gunes var, bir bakmissin hoop yagmaya baslamis. Semsiyeyi her daim yanimda hazir etmeyi ogrendim. Buranin yagmuru eksik olmuyor ama bu yagmur bildigimiz gibi degil, daha cok ciseleme gibi ya da ahmak islatan dedigimiz turden, ama ruzgarla birlesince cok soguk oluyor. Hesapta buranin yerlisi gibi gorunmeyi amacliyordum ama plan tutmadi. Yerliler tisortle-gomlekle gezebiliyorlar bu mevsimde. hele kizlar; yarabbim nasil donmuyor kiclari... Ben adam gibi ne varsa giyiyorum kat kat; bir de hastalikla ugrasmanin anlami yok.
Gectigimiz cuma gecesi ilk gece hayati deneyimini yasadim. Tum evs tayfasi (fikra gibi, bir alman, bir, fransiz, bir norvecli, vs) 12 genc giris ucreti istemeyen bir mekan aradik. Bu arada kaybolanlar, sokakta iseyenler, taskinlik yapanlar. Neyse nihayet bir yere girdik; ambians hos, renkli. Her cesit milletten adam var. Tuvalette cisimi yaparken yanima laciverte kacan bir siyah abi geldi. Odum koptu; erkeklikten kesiliyordum animallah, neydi o oyle. Neyse ingiliz kizlari pek bir sicak diyelim terbiye sinirlari icinde kalarak. O kadar sicaklar ki minnacik eteklerle ve de corapsiz hic usumeden dolasiyorlar sokaklarda gecenin bir vakti. Etekler sanki sadece kemerden ibaret. Sigara icmek icin kapi disina cikmak gerekiyor. Yine oyle bir anda yanima yaklasan bir Jamaikali arkadas `brother do you need something` dedi. Ben mal gibi odemeyi pesin yaptim, sonra bekle bekle herif gelecek... Neticede 10 pound kaziklandim bu ilk alisveris deneyimimde. Cezayi yine ayaklarim cekti, eve yuruyerek dondum sabahin ucunde; tabi fransiz ev arkadasim olunca yanimda cok da dert olmadi.
Esas mekan bizim mahalledeki pub. Kose basinda, civardaki isci abilerin-ablalarin takildigi bir yer. TVde surekli mac yayini yapan bir kanal, arkadan muzik, her tarafta leeds united bayraklari falan. Ilk gittigimde yanlizdim; iki lager (biranin adi lager burada) icip ciktim. Sonraki seferde Pauline ve karsi komsumuz Dominicin kiz arkadasi da vardi. Saat epeyce ilerlemisti ve mekandakilerin kafasi epey guzel olmustu. Girdigimiz gibi sarhos bir ortayas ingiliz abi sardi bize. Benim Turkiyeden oldugumu ogrenince baslamaz mi galatasaray geyigi yapmaya. Sonra da butun bara donup bagirarak benim istanbuldan gelen bir galatasaray taraftari oldugumu soylemeye basladi. Dedim heralde vade buraya kadarmis, bu sarhos leeds fanatiklerinin elinden sag cikamam. Ama sonra birden bizim sarhos "we are all differants all friends" demeye basladi. Galiba tisortum ise yaradi. Neyse sonra klasik sarhos tavirlariyla ozur dileyip defalarca elimi sikmaya basladi. Hatta bira bile ismarladi, eger bir durum olursa onu bulmami falan soyledi. Neyse ayni gece mekanda insanlar sigara icmeye basladi, biz de bir kulluk istedik ve nihayet buradaki en keyifli anlarimdan biri gerceklesti. Bira-sigara-muhabbet...
Gecen pazar gezmeye Yorka gittim. Buraya bir saat mesafede eski bir tarihi olan huzur dolu bir yerdi. Sehrin duvarlari uzerinde yurudum epey bir sure, ardindan daracik sokaklarindaki magazalarda ilginc ve ucuz bir sey aradim, kalmamis. Sonra dunyanin en buyuk demiryolu muzesini ziyaret ettim. Nihayet sehir muzesi ve yeterince yorulduktan sonra muze parkinda istirahat ve kitap okuma saati. Hastasiyim buradaki park olayina. Tertemiz, yemyesil. Evcil sincaplar var basibos kopekler yerine. Bugun de gecen cuma disariya ciktigimiz ayni ekiple Manchastera geldik gunu birligine. Bir sure hep birlikte gezindik. Ardindan kizlar alisverise erkekler puba. Bir sure sonra baydim ve attim kendimi disariya. Ingilterenin en berbat havasinin oldugu bu sehirde amansizca yurudum yagmur ve ruzgara ragmen. Tarihi The Rylands Libraryde hem isindim hem de yazi-baski ve kutuphaneciligin tarihine iliskin pekcok sey ogrendim. Bir yandan hala hizmet veren bu tarihi kutuphanenin tarihi tuvaletleri bile hizmete acik. 200 yillik bir tuvalette kendimi ozel hissetmedim degil. Kimbilir ne alimler oturdu su an oturdugum yere diye gecirdim icimden. Simdi Manchaster universitesi yakinlarindaki bir ogrenci mekaninda hem kahve icip hem de beles internet araciligiyla blogu guncelliyorum.
(devami gelecek)
8 Eylül 2008 Pazartesi
Köyden haberler
Bıraktığımı gibi. Onlar da bir yandan büyümüş tabi. Çiftçinin hali perişan, köyde bir bok yok, sen bankacıydın di mi abi... gibisinden muhabbetler. Bu bankacı olayına da kılım, üniversite ikide yaptığım staj mesleğim burada. Beni az çok biliyorlar ama yanlış biliyorlar. Artık kardeşimle karıştırıyorlar beni, popülerlik yerlerde sürünüyor. Böyle miydi be...
Bana abi mi amca mı diyeceğini bilemeyen çocuklar var etrafta. Anneler amca alıştıryorlar hemen ama çocukların biri abi demeyi sürdürüyor. Zeki bir çocuk, yaşından çok fazla. Çok canı yanar. Bir de yeğenimi gördüm, Aleyna. İsmine alışmam zaman alacak. Farklı isim koyalım modasına uymuş büyüklerin biri. Şöyle bir Asiye, Ayşe, Fatma, neyse. Küçük ve güzel bir bebek. Esmer bir kız. Önce mesafeli yaklaştım keza doğalı yirmi gün olmuş. Ama birkaç gün birer saat geçirince sevmeye başladım. Mesela hıçkırırmış yeni doğmuş bebek ve her hıçkırığında bir buğday (ya da arpa) boyunda büyürmüş. Vallahi büyüyor. Her gün farkediyor. Kırkını tamamlayınca bir yaşında derlermiş. Yani hala kritik günlerde ama maşallah iyi.
Resmen amca oldum şimdi. Sonra sevindim, hoşuma gitti benim gibi amcaları olmaları. Yakında dayı da olacağım inşallah. Geçiyorum bu konuyu.
Takıldığım bir konu da şu: Bizim mis gibi sokağımıza aptal oyun parkı oyuncakları koymuşlar. İki salıngaç bir kaydırak. Abuk sabuk renklerde. Tam da alanın ortasında. Orası öyle kullanışlı bir sokaktı ki uzakta değil de sokakta oynamaya müsait yaşta çocukların oyunlarına uygun büyüklükte, yemyeşil. Bir tarafında eski su deposu diğer tarafında Nihat abilerin avlu. Kesik kuni şeklinde. Dört tarafı evlerle çevrili neredeyse, güvenlikli. Cami yanında. Namaza gelen dedeler torun seviyor, çocuklar dedelerin şekerini seviyor. Herkes mutlu.
İdi, şimdi bitmiş. Gerçi sadece park yüzünden değil, malum iletişim çağı. Aşağı mahalledeki okula gitmek için devletimiz servis tutmuş. Memleket zenginleşmiş göründü gözüme. Ama bir çocuğun okul yolu maceraları yaşamamış olması hoş değil. Neyse efendim.
Sevdiğim şeylerden biri de yıldızlar. Kafamı kaldırmadan yıldızları görmek, hem de birsürü. Açık bir hava, rüzgar soğumaya başlamış. İnsanlar daha az çalışıyor. Makine sahipleri para kazanıyor. Diğerleri para kazanmaktan daha ziyade egzersiz yapıyor. Vücütlarının diriliği kar kalıyor yanlarına.
Ben yine kendimi arıyorum etrafta. Köyde eskileri bulamadım. İşim ingilizin elinde. İngilize bir ingiliz çalımı deniyorum.
Hayırlısı dileklerimle.
Bana abi mi amca mı diyeceğini bilemeyen çocuklar var etrafta. Anneler amca alıştıryorlar hemen ama çocukların biri abi demeyi sürdürüyor. Zeki bir çocuk, yaşından çok fazla. Çok canı yanar. Bir de yeğenimi gördüm, Aleyna. İsmine alışmam zaman alacak. Farklı isim koyalım modasına uymuş büyüklerin biri. Şöyle bir Asiye, Ayşe, Fatma, neyse. Küçük ve güzel bir bebek. Esmer bir kız. Önce mesafeli yaklaştım keza doğalı yirmi gün olmuş. Ama birkaç gün birer saat geçirince sevmeye başladım. Mesela hıçkırırmış yeni doğmuş bebek ve her hıçkırığında bir buğday (ya da arpa) boyunda büyürmüş. Vallahi büyüyor. Her gün farkediyor. Kırkını tamamlayınca bir yaşında derlermiş. Yani hala kritik günlerde ama maşallah iyi.
Resmen amca oldum şimdi. Sonra sevindim, hoşuma gitti benim gibi amcaları olmaları. Yakında dayı da olacağım inşallah. Geçiyorum bu konuyu.
Takıldığım bir konu da şu: Bizim mis gibi sokağımıza aptal oyun parkı oyuncakları koymuşlar. İki salıngaç bir kaydırak. Abuk sabuk renklerde. Tam da alanın ortasında. Orası öyle kullanışlı bir sokaktı ki uzakta değil de sokakta oynamaya müsait yaşta çocukların oyunlarına uygun büyüklükte, yemyeşil. Bir tarafında eski su deposu diğer tarafında Nihat abilerin avlu. Kesik kuni şeklinde. Dört tarafı evlerle çevrili neredeyse, güvenlikli. Cami yanında. Namaza gelen dedeler torun seviyor, çocuklar dedelerin şekerini seviyor. Herkes mutlu.
İdi, şimdi bitmiş. Gerçi sadece park yüzünden değil, malum iletişim çağı. Aşağı mahalledeki okula gitmek için devletimiz servis tutmuş. Memleket zenginleşmiş göründü gözüme. Ama bir çocuğun okul yolu maceraları yaşamamış olması hoş değil. Neyse efendim.
Sevdiğim şeylerden biri de yıldızlar. Kafamı kaldırmadan yıldızları görmek, hem de birsürü. Açık bir hava, rüzgar soğumaya başlamış. İnsanlar daha az çalışıyor. Makine sahipleri para kazanıyor. Diğerleri para kazanmaktan daha ziyade egzersiz yapıyor. Vücütlarının diriliği kar kalıyor yanlarına.
Ben yine kendimi arıyorum etrafta. Köyde eskileri bulamadım. İşim ingilizin elinde. İngilize bir ingiliz çalımı deniyorum.
Hayırlısı dileklerimle.
12 Ağustos 2008 Salı
22 Nisan 2008 Salı
Yavaş
Birgün bitecekti ve nihayet bitti de. Ayların festival koşuşturması-yorgunluğu sona erdi. Bitiş düdüğüyle birlikte usulca bir düşüş başladı. Durup düşünecek vaktim var şimdi ve herkes gibi düşündükçe kaybolacak derin uçurumlarım.
Sonu yokmuş gibi hissettiğim bir yaz başlamakta. Bu sıcaklar iyi gelmeyecek bana, biliyorum. Uzak memlekete gidip dağlara çıksam, inmesem bir süre...
Kendime hayatta başarılar diliyorum.
Sonu yokmuş gibi hissettiğim bir yaz başlamakta. Bu sıcaklar iyi gelmeyecek bana, biliyorum. Uzak memlekete gidip dağlara çıksam, inmesem bir süre...
Kendime hayatta başarılar diliyorum.
19 Mart 2008 Çarşamba
Çarşamba
Çarşambayı sel aldı, bir yar sevdim el aldı...diye başlamayacağım ama yine de anmadan edemedim bu güzel Samsun türkümüzü.
Neyse efendim, sabah altıbuçukta saat gibi uyandım. Halbuki erken de yatmamıştım ve son dönemde sürekli geç uyanmaya da alışmıştım. Nedenini düşündüm ve buldum. Dün gece yatağa girerken uyanma saati konusunda "ne zaman uyanırsam" hedefini koymuştum. Baskı olmadığında daha iyi çalışıyor vücudum galiba. Sabah haberleri, ev işleri derken mevzuyu uzun bir sabah sigarası keyfine bağladım. Bir noktada santrale gelmek üzere dışarı attım kendimi. Binanın kapısından çıkarken günün ilk kadınını aradı gözlerim. Bu evde yaşamaya başladığımdan beri alışkanlık oldu. Binadan çıkınca gördüğüm ilk kadının ve aramızdaki "etkileşim"in, o günün nasıl geçeceğine dair ipucu verdiğine inanıyorum. Sabahın o saatindendir midir bilinmez ortalıkta pek insan yoktu. Yan binada bir dairenin camını silen abla günün ilk kadınıydı. Bugün çok iş var galiba.
Metroya doğru yürürken nihayet sabahımın doksanlar pop şarkısı döküldü dudaklarımdan:
Hadi bakalım
Kolay gelsin
Bir acaip zor yarış
Banane aman ben anlamam
Pek hesaplı ince iş.
Rahmetli Aysel Gürel -toprağı bol olsun- neye istinaden yazmış bu sözleri bilmiyorum ama ben özellikle "kolay gelsin" kısmından -ve cam silen ablanın günün ilk kadını olmasından dolayı da- bugün çok iş var galiba yargımı güçlendirdim.
Metroya girince acaba akbilde var mı gerginliği yaşadım. Eğer bitmişse ne maymunluk yaparak görevliyi atlatsam diye düşündüm. Ama yüce rabbim beni sinsi güvenlikçinin eline düşürmedi. Aynı lütfu festivalden önceki hafta ve festival haftasında pırıl pırıl bir hava olması konusunda da bekliyorum.
AKM önü servise ulaşmak için yoldan-yaya geçidinden- rahat rahat karşıya geçerken şahsına münhasır bir iett şöförü ile münakaşaya girdim. Hatta bundan önce bizzat otobüsün kendisi ile yol kapma mücadelesi verdim. Şoför Bey, benim yoldan koşmadan geçmediğimle eğlenmek için söylese gerek "size bir de çay söyleseydik" diye laf attı. Gayet ciddi "yaya geçidinde geçiş hakkı benim" şeklinde cevapladım. Modern-kentli bir insan olma yolunda büyük bir adım attığımı düşünüyorum.
Nihayet servis ve santral. Binadaki güvenlikçi arkadaşa günaydın dedim. "Tuvaletler arızalı üst kattakileri kullanır mısın" diye karşıladı beni. Şimdi sınır tanımayan kızların gülüşmeleri gelmeye başladı, gün başlıyor.
Neyse efendim, sabah altıbuçukta saat gibi uyandım. Halbuki erken de yatmamıştım ve son dönemde sürekli geç uyanmaya da alışmıştım. Nedenini düşündüm ve buldum. Dün gece yatağa girerken uyanma saati konusunda "ne zaman uyanırsam" hedefini koymuştum. Baskı olmadığında daha iyi çalışıyor vücudum galiba. Sabah haberleri, ev işleri derken mevzuyu uzun bir sabah sigarası keyfine bağladım. Bir noktada santrale gelmek üzere dışarı attım kendimi. Binanın kapısından çıkarken günün ilk kadınını aradı gözlerim. Bu evde yaşamaya başladığımdan beri alışkanlık oldu. Binadan çıkınca gördüğüm ilk kadının ve aramızdaki "etkileşim"in, o günün nasıl geçeceğine dair ipucu verdiğine inanıyorum. Sabahın o saatindendir midir bilinmez ortalıkta pek insan yoktu. Yan binada bir dairenin camını silen abla günün ilk kadınıydı. Bugün çok iş var galiba.
Metroya doğru yürürken nihayet sabahımın doksanlar pop şarkısı döküldü dudaklarımdan:
Hadi bakalım
Kolay gelsin
Bir acaip zor yarış
Banane aman ben anlamam
Pek hesaplı ince iş.
Rahmetli Aysel Gürel -toprağı bol olsun- neye istinaden yazmış bu sözleri bilmiyorum ama ben özellikle "kolay gelsin" kısmından -ve cam silen ablanın günün ilk kadını olmasından dolayı da- bugün çok iş var galiba yargımı güçlendirdim.
Metroya girince acaba akbilde var mı gerginliği yaşadım. Eğer bitmişse ne maymunluk yaparak görevliyi atlatsam diye düşündüm. Ama yüce rabbim beni sinsi güvenlikçinin eline düşürmedi. Aynı lütfu festivalden önceki hafta ve festival haftasında pırıl pırıl bir hava olması konusunda da bekliyorum.
AKM önü servise ulaşmak için yoldan-yaya geçidinden- rahat rahat karşıya geçerken şahsına münhasır bir iett şöförü ile münakaşaya girdim. Hatta bundan önce bizzat otobüsün kendisi ile yol kapma mücadelesi verdim. Şoför Bey, benim yoldan koşmadan geçmediğimle eğlenmek için söylese gerek "size bir de çay söyleseydik" diye laf attı. Gayet ciddi "yaya geçidinde geçiş hakkı benim" şeklinde cevapladım. Modern-kentli bir insan olma yolunda büyük bir adım attığımı düşünüyorum.
Nihayet servis ve santral. Binadaki güvenlikçi arkadaşa günaydın dedim. "Tuvaletler arızalı üst kattakileri kullanır mısın" diye karşıladı beni. Şimdi sınır tanımayan kızların gülüşmeleri gelmeye başladı, gün başlıyor.
16 Mart 2008 Pazar
10 Mart 2008 Pazartesi
Sevgili elektronik günlük;
bir gaza geldim açtım seni, bir geldim kapattım. Sonra tekrar açtım. Tekrar açamayacağıma göre bir ara tekrar kapatacağım seni, neyse. Tutarsızlığımla tanışmış oldun diye düşünüyorum.
Görüşmeyeli yok bir değişiklik. Ne değişiklik olabilirki zaten, volta atmaya-yaşamaya devam.
Bir bulsam beni kendi yurdumda hapis edeni...Tadım yok bu ara. İşin kötüsü, kötüyüm.
bir gaza geldim açtım seni, bir geldim kapattım. Sonra tekrar açtım. Tekrar açamayacağıma göre bir ara tekrar kapatacağım seni, neyse. Tutarsızlığımla tanışmış oldun diye düşünüyorum.
Görüşmeyeli yok bir değişiklik. Ne değişiklik olabilirki zaten, volta atmaya-yaşamaya devam.
Bir bulsam beni kendi yurdumda hapis edeni...Tadım yok bu ara. İşin kötüsü, kötüyüm.
4 Mart 2008 Salı
1 Mart 2008 Cumartesi
Uçmak
Hep istmiştim. Şu an daha çok istedim. Kanatlarım olsa ama kocaman. Bir çırpsam ülkeler geçsem. Yukarıdan baksam sevdiğim insanlara, çok yaklaşmadan.
Sonra yükselsem güneşe doğru, rüzgarla uçsam bir süre.
Falan, filan.
Sonra yükselsem güneşe doğru, rüzgarla uçsam bir süre.
Falan, filan.
7 Şubat 2008 Perşembe
Küçük
Çok küçük.
İhtimaller, inançlar, davranışlar... Ne olduğuyla ilgilenmiyorum, bana olan etkileri derdim. O kadar korkağım ki konuya giremiyom. Etrafında küçük turlar atıyorum sadece.
Benim tanımım, biliyorum. Ona ait değil onun hakkında söylediklerim. Neyse, güçlü, en az ondan korkmamı sağlayacak kadar. Bir de beni kötü hissettirecek kadar -galiba- kötü. Galibası yok, beni kötü hissettiriyorsa... kötüdür. Gerçi küçükken öğrenmiştim korktuklarıma kötü demeyi. Ezberci miyim yoksa?
Oyun. Israrla oynamayı sevmiyorum hala. Maruz kalırsam eşlik ediyorum biraz. Ama o kadar, salakça buluyorum çoğu zaman. Kendimi kaybediyorum eğer bir oyunun içinde bulursam kendimi. En çok böyle zamanlarda oynaşıyor parmaklarım ve dikkatim ciddileşiyor.
Üstesinden gelinemeyecek bir durum değil. Kalıcı etkileri mutlaka olacak. Neticede benim tercihimdi evden bu kadar uzaklaşmak. Katlanacağım sonuçlarına. Hala kendimi avutacağım anılarım, şarkılarım, hayallerim ve adamlarım var. Eksik olmasınlar.
Ya da
Şımardım, terbiyesizlik ettim. Haksızlık ettim hiç haketmeyenlere.
Bilemedim.
İhtimaller, inançlar, davranışlar... Ne olduğuyla ilgilenmiyorum, bana olan etkileri derdim. O kadar korkağım ki konuya giremiyom. Etrafında küçük turlar atıyorum sadece.
Benim tanımım, biliyorum. Ona ait değil onun hakkında söylediklerim. Neyse, güçlü, en az ondan korkmamı sağlayacak kadar. Bir de beni kötü hissettirecek kadar -galiba- kötü. Galibası yok, beni kötü hissettiriyorsa... kötüdür. Gerçi küçükken öğrenmiştim korktuklarıma kötü demeyi. Ezberci miyim yoksa?
Oyun. Israrla oynamayı sevmiyorum hala. Maruz kalırsam eşlik ediyorum biraz. Ama o kadar, salakça buluyorum çoğu zaman. Kendimi kaybediyorum eğer bir oyunun içinde bulursam kendimi. En çok böyle zamanlarda oynaşıyor parmaklarım ve dikkatim ciddileşiyor.
Üstesinden gelinemeyecek bir durum değil. Kalıcı etkileri mutlaka olacak. Neticede benim tercihimdi evden bu kadar uzaklaşmak. Katlanacağım sonuçlarına. Hala kendimi avutacağım anılarım, şarkılarım, hayallerim ve adamlarım var. Eksik olmasınlar.
Ya da
Şımardım, terbiyesizlik ettim. Haksızlık ettim hiç haketmeyenlere.
Bilemedim.
Kontrol
- Mevzu karışık. İstersem anlaşılır şekilde anlatırım ama bu durumu değiştirmez. Fazla kafanı yorma bu yüzden.
- Yine de tatsız bir durum.
1 Şubat 2008 Cuma
Hiç körkütük sarhoş olmamıştı. Hatta ağzına içki bile sürmemişti. Yetişkinliğine kadar olması istendiği gibi ardından olması gerektiğine inandığı gibi yaşamıştı. Ki zaten bu iki yaşam tarzı benzerdi. Hep tutarlıydı, hiç varoluşçu krizlere girmedi. Güçlü inançlara doğmuştu, güçlü inançlarını sürdürdü de. Sürekli çalıştı, her gün. Çalışma aralarında tekrar çalışmak için dinlendi ve düzenli olarak ilaçlarını aldı.
Ne yabancı dili oldu ne kaçamak tatilleri. Akşam yemeğini ailesiyle birlikte yedi hayatı boyunca. Yemekten sonra meyveleri hep O dağıttı ailenin geri kalanlarına. Ne eksik ne fazla. Erkek torunlarına daha fazla servis yaptı. Ama asla heybesindeki meyveleri eksik etmedi. Asla taviz vermedi tarzından. Torunları tasvip etmediği şekilde yaşasa da hep sevdi onları.
...
Ne yabancı dili oldu ne kaçamak tatilleri. Akşam yemeğini ailesiyle birlikte yedi hayatı boyunca. Yemekten sonra meyveleri hep O dağıttı ailenin geri kalanlarına. Ne eksik ne fazla. Erkek torunlarına daha fazla servis yaptı. Ama asla heybesindeki meyveleri eksik etmedi. Asla taviz vermedi tarzından. Torunları tasvip etmediği şekilde yaşasa da hep sevdi onları.
...
27 Ocak 2008 Pazar
Dünden bugüne
Düne santralde kahveyle başladım. Eş dost, önceki gecenin dedikodusu, değerlendirmesi ve bir de tanıştırmacalar. Ardından iş; bolca prodüksiyon epeyce yurtdışı katılım. Hihayet Taksim ve akşam yemeği. Önce Araf'ta bir bira eşliğinde hem iş hem muhabbet. Bu arada festival programıyla ilgili kesinleşen ilk etkinliğin kapanış partisi olması tam gepgençlik. Nihayet Sulukule Dayanışma Gecesi'ne geçtik. Vur patlasın çal oynasın bir Sulukule gecesi bekliyorduk. Ancak geceye gelenler Fransız enteli abiler ablalar olunca ortalıkta şarap kadehleri ve kemik çerçeveli gözlüklü beyler bayanlardan başka sadece bizim ekip vardı. Saat ilerledikçe kalabalıklaştı mekan, dans etmek için yer kavgaları başladı. Allahtan "pardon" var, mekandakiler anlaşabildi bu kelime aracılığıyla, neyse.
Fazla uzatmadan evime döndüm. Ev halkı bir kaç film almış, duruma da uygun olsun diye Hitler'in son zamanlarını aktaran "Çöküş" isimli filmi izlemeye karar verdik. Arada O'na "gel artık" dedim, cevap vermedi. Ne olur ne olmaz, çarşafları değiştirip duşumu aldım. Zaten yapacaktım ya olsun daha bir özendim koltuk altlarımı yıkarken. Filme başlamadan son hazırlık olarak bir tabağa ekmek, domates ve peynir doğradım. Bir mavi bardakta şarap. İlk onbeş dakikadan sonrasında dalmışım. Rüyamda O'nu gördüm. Saçlarını kısa, belki iki parmak kestirmiş. Beyaza yakın sarı desem rengine.. Kulaklarında mor küpeler, gözlerinde mor bir makyaj. Ne yaptın kız kendine dedim gülümseyerek ve sarıldım. Dört aydır kumbaraya attığım okşamaların ve öpücüklerin bir kısmını harcadığımı hatırlıyorum. En güzel yerinde uyandım. Keyfim kaçtı, bu nedenle odamdaki yumuşatıcı kokulu yatağıma gitmedim galiba. Koltukta devam ettim uykuma. Pazar kahvaltımı hazırladım kalkınca. Yine domates, peynir ve farklı olarak yumurta ve biraz ateş yardımıyla vasat bir omlet. Bir de ne zamandır gözüme kestirdiğim sosisleri Halil sosuyla pişirdim. Sener'i uyandırmayı da hesaba katınca kahvaltı vaktinin gecikmesi anlaşılırdı, seviyorum Sener'le uyanma müzakerelerini.
Neticede yine santral, yine festival. Kimse yok ortalıkta, tek gürültü radyodan çalan müzik. Melankolimi işe dönüştürmek zorundayım bir kez daha. Amına koyayım.
25 Ocak 2008 Cuma
24 Ocak 2008 Perşembe
Bir bilsem nasıl birşey olduğunu. Yazabilsem yazasım, anlatabilsem anlatasım var. Neyi dinleyip efkarlanacağımı bilemedim. Kimin sesiyle kendimi avutayım, kimin sözüyle..
Ne yaşıyorum, kimin yaşamı..Nedir ayakta tutan beni, nedir bu gece tek başıma hissettiren...
Yaşasın beyazlar içindeki Müslüm Gürses. Üstüne gidiyorum, üstüme geliyor ben gittikçe. Birbirimize mi giriyoruz yoksa güç gösterisi mi olan biten. Ne oluyor lan..
Noktalama işaretleriyle anlaşmaktan öteye geçip bağırmak istiyorum. Kime ama. Kim ulan benim düşmanım.
21 Ocak 2008 Pazartesi
Bir Günlük Öykü
Yine geç uyandı. Sanki sadece birkaç dakika önce gözlerini kapatmış gibi hissediyordu. Yeni bir gün, yeni bir iş günü daha doğrusu. "Kalkmak gerek" dedi kendi kendine.
Öykü 26 yaşında, tanıyanların ortalama ateşli-işveli-balık etli bir Bursa güzelinden daha fazla ya da az güzel olmadığı şeklinde tanımladıkları bir kadın. Aldığı işletme eğitimine bir de yüksek lisans eklemiş "yine de" her sabah erkenden kalkıp bankaya gitmekten kurtulamamıştı Öykü'ye göre.
Kendini uykuya dalmamak için mücadele ederken buldu kimbilir kaçıncı defa. Çok sıkıldığını farketti bu durumdan ve bir anlaşma önerdi uykuya devam edilmesi ve kalkıp bir an önce işe gidilmesi gerektiğini düşünen iki Öykü'ye.
- "Ben kalkıyorum, siz ne haliniz varsa görün" dedi ve hızlıca kalktı yataktan. Tokası yine koyduğu yerden düşmüştü ama canını sıkmadı bu durum. Egzersiz yapmak için daha iyi bir fırsat olmaz diye düşünerek eğildi ve kalem tokasını düştüğü yerden aldı. Banyoya gitmeden önce aynada kendine baktı ve özellikle gözleriyle ilgilendi. Yatmadan önce yüz temizliğini atlamam gerekiyor diye düşündü. Önceki gece sevgilisinin gecenin sonuna doğru yere bakarak neredeyse hissiz bir şekilde sorduğu soru aklına geldi: "Benim ilgimi mi daha çok seviyorsun, yoksa ilginin kendisini mi?" demişti Doğan. Doğan'ı eskisi kadar sevmiyorum galiba dedi kendi kendine ve banyoya doğru ilerledi,
12 Ocak 2008 Cumartesi
12 Ocak
Yatağımda ve kendi istediğimde uyandığım bir saatte uyanmayı seviyorum. Öyle oldu bu sabah. Biraz Araf okudum. Elif Şafak galiba en az kendi kadar güzel bir roman yazmış. Okumamı önerenlere ve kitabı alıp yastığımın altına kadar taşıyanlara müteşekkerim.
Dün akşamın ve bugün yapılması gerekenlerin üzerinden geçtim biraz. Ardından birşeyler atıştırıp sabah sigaramı içmeye karar verdim. Bir yerde okumuştum, adam kadınına karşı sevgisini sabah sigarasına olan sevgisine benzetmişti. Şortla dışarı çıktım, sigara için yeterli bozuklukları bulduktan hemen sonra. Dükkana gidince aklıma geldi, bu güzel güne bir de gazete yakışırdı. Gazeteyi yazdırdım. Unutmadan, ne mevsim ne de beni görenler yadırgadı şortla dışarı çıkmamı. Yaşasın küresel ısınma.
Bu arada, malum özel günler sezonu açıldı. Bayram, yılbaşı derken. Şimdi de düğün ve doğumgünleri. Dün akşam önce Pelin'in ardından Elif'in doğumgünü buluşmalarına iştirak ettim. Pelin'e ek olarak bir geyik çıktı heybemden, Elif'e ise sadece temenni ve sevgiler. Değeri somutlaştırmak ne zor.
Bilgisayarın karşısına geçtim biraz iş güç niyetiyle. Festivale gelmek isteyen Azeri gençlerin formlarını okudum. Birinin adı İlham'dı. Özenerek dolurmuş formu, öyle ki düşündürttü beni İlham üstüne. Acaba herşeyi mi böyle ciddi yapar bu İlham, ciddiye alma konusunda ne kadar iyi acaba? Umarım gelirler ve ben sorarım, "İlham, nasılsın?" diye.
Biraz da İlham etkisiyle müzik açtım. Önce eski The Smiths sonra yeni Keane, ama illaki İngiliz. Gidip olay yerinde olmayı bir kez daha çok istedim sonbaharda. Islak ama asla çamur olmayan Londra sokaklarında yürümek ne güzel yakışır bana.
Güne Mogwai ve kuru-pilav gecesinden artan şarap ile devam etmeye karar verdim. Kendilerinin de dediği gibi; iki doğru bir yanlış eder.
Ya da bir başka deyişle:
O.
10 Ocak 2008 Perşembe
Ters-düz.
Ticarete başladım nihayet. Ondan aldığımı buna satıyorum. Biraz ekleme, biraz çıkarma, biraz paket değişikliği. Alan razı satan razı ise, sorun yokmuş.
Öğreniyorum.
Eski şarkılara sardım bu ara. Çocukluk ve delikanlılık dönemi şarkılarına. Abilerden duyduğumuz, dinlendiğimiz, dertlendiğimiz şarkılar.
Büyüdükçe eskiyorum.
3 Ocak 2008 Perşembe
Devam. Keyifle başlıyorum yazmaya. Ve sadece nefes aldığım için. Mis. Yaptığım buraya bunu yazmak olsa bile keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Kaldığımız yerden devam ediyor yaşam. Aradan sonra da güzel başladı. Bayramıydı, yılbaşısıydı ve bir de yılbaşı erteseydi epey dinlenme oldu. Güzel başladım yeniden. Karşıma da, kulağıma da, gözüme de güzel şeyler rastladı tam bu ara bir de. Tesadüf olmadığına ilişkin bir kanıtım yok bu arada.
Mücadeleye kaldığımız yerden devam ediyoruz, neyse o kavga ettiğim şey ile. Bendir büyük ihtimal ya, neyse. Çok yıpranan yenilgiyi kabul ediyor. Sonra yeniden mücadeleye hazırlanıyor. Burada önemli olan havaya erken girmemek. Sonra yeni bir mücadele istiyor. Biri mücadelenin sonucunu seviyor, kimi mücadelenin kendisini. Muharebe saflarımı azaltıyor olduğum için tasarraflu bir şekilde, gürültü patırtı yaratmıyorum.
Bu birinci posta. Ya da yeni model eposta.
Evlerinin önü boyalı direk
Yerden yere vurdun sen bizi felek.
Ustalara saygıyla.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)