20 Ekim 2008 Pazartesi

Londra-İstanbul-Ankara-Adapazarı

Liverpooldan sonraki rota bu şekilde gelişti. Liverpooldaki 4 günün ardından bir gece otobüs yolculuğu ile londraya geldim. Gece otogarda bekleme deneyimi heryerde az çok aynıymış, evsizler, evsizlere iğrenerek bakan yolcular, sevgilisini uğurlamaya gelenler, bekleyenler. Koltuk numarasız bilet ve muavini olmayan bir otobüs...Londraya geldiğimde henüz güneş açmamıştı. Sabahın bir vakti, henüz birkaç saat önce sessizliğe büründüğü hissedilen sessiz sokaklar. Elimde bir kağıda çiziktirdiğim hostelin adresi, sırtımda çanta...Sora sora buldum hosteli, tek gecelik evimi. Pek çok fransız ve polonyalı vardı salonda. İkiden önce oda vermedikleri için yığıldım kaldım bir koltukta. Anlamadığım dilde muhabbetlere kulak misafiri oldum birkaç saat uyumadan önce. Uyandıktan sonra hemen bir harita edindim 1.99a. Sonra uzun bir tur thames nehri etrafında. Bilumum turist attractions mekanlar: tate britain, house of parliament, bigben. Ordan buckhingam palace hyde park, o güzelim parkta çekirdek satılmaz mı kardeşim. Akşamki tura trafalgar meydanından başladım, sohoya yürüdüm geceyi bitirmek için. Dönüşte bir sigara sardım nehrin kenarında, düşündüm, üşüdüm.

Sonraki gün misafirliğe neve gittim. İlk defa londra metrosunu kullandım, önce karıştırdım ama çabucak öğrendim ve hastası oldum metro sisteminin. Nev sağolsun ağırladı beni yemeğimi suyumu verdi. Günler sonra ev konforu başımı döndürdü resmen. O gün nehrin diğer tarafında tur attım, southbank, london eye, tower bridge. Akşam için leicester meydanı etrafında takıldım, londra film festivalinin bir galası vardı odeon sinemasında, pek kalabalıktı ortalık. Hediyelik eşya dükkanlarında bakındım raflara. Param olmayınca, bir çöp bile alamadım. Velhasılı kelam döndüm geldim istanbula.

12 Ekim 2008 Pazar

Liverpool: Avrupa Kultur Baskenti

Iki gundur buradayim. Ne cabuk gecti 20 gun Leedste. Tam da guzel arkadaslar edinmisken tam da sehirde muzelerin disinda gunluk olaylar rutinler gormeye baslamisken. Unutmayacagim birkac kisi, Headingleyde unutulmaz bir rugby maci ve Beechwooddaki unutulmaz kulturlerarasi ev partisi listenin ust siralarinda. Bir de Wortleydeki ev ve ev arkadasim guzel Pauline. E tabi pahali deneyimlerden sonra tanistigim sevkiyat amiri Mister D. Az kalsin unutuyordum; Manuelin Bradfordda gecenin bir vakti pencereden verdigi trombon performansi da essizdi.

Epey alistim buralara diyebilirim. Artik trafigin ters akmasini ve direksiyonun sagda olmasini bile kaniksamiyorum. Ilk geldigimde israrla normal bir araba aramistim gunlerce, sonra gercegi kabul ettim. Ingilizcem onceleri yetersiz gibi geldi bana ama italyan ve ispanyol arkadaslar edinince ingilizcemin cok da fena olmadigina kanaat getirdim. Ki bir gece bir ispanyol ve bir italyan ile kendimizden gecmis halde laflarken ispanyolca konustugumu farkettim. Herseye ragmen ingilizlerin aksanlari pek rahat anlasilmiyor. Ustelik tam bir yerin aksanina alismisken baska bir yere tasiniyorum. Burada neredeyse her mahallede baska bir aksan var.

Liverpool Leedse nazaran daha buyuk bir sehir ayrica hava da daha yumusak (ya da ben alistim artik). Avrupa kultur baskenti olmasi sebebiyle pek cok etkinlik var sehirde. Sansima 5. Liverpool bieaneline denkgeldim. Icim disim cagdas sanat oldu, gozlerim hic olmadigi kadar yoruldu. Bir de katedral ve kilise gezmekten bir hal oldum. Dusunuyorumda madem bu kadar kutsal mekanlarini ziyaret ediyorum acaba hristiyan mi olsam bir sureligine. Epey sevap sahibi olurdum heralde. Yurumeye alistim, hem bir acelem olmadigi icin hem de para suyunu cektigi icin surekli yuruyorum. Istanbulda bir sure yasamis birisi olarak buradaki mesafeler pek uzun sayilmaz zaten.

Neyse simdilik bu kadar yaziyorum, internetin konturu bitiyor. Nasipse yarin kutsal anfield road ziyaretim var. Yakinda gorusmek uzere.

2 Ekim 2008 Perşembe

Leedste bir Murat

Aylardir suren mevzu gercek oldu. Gectigimiz pazartesi gunu once ucakla Manchestera, oradan yaklasik bir saatlik tren yolculuguyla Leedse geldim. Yolculuk ufak bir terslikle basladi, evden cikarken mp3 calarimin kulakligini almamisim. Bu unutkanlik bana duty freede 10 euroya maloldu. Ucak yolculugu rahatti, yanimda iki turk abi vardi, epeydir adada yasiyorlarmis. Biri okumak icin gelmis digeri Fethiyede tanistigi Ingiliz kizla evlenmis. Biraz abilik tasladilar bana ben de dinledim. Manchaster havaalanin yanibasinda tren istasyonu varmis tesaduf, kolayca biletimi alip Leedse geldim.


Evsahibi kurulustan Yasmin karsiladi sagolsun, dogruca kalacagim eve gittik. Beni ev arkadaslarimdan Martaya teslim edip o iftara yetismek icin ayrildi. Sonradan ogrendim Yasmin Bangladesli musluman bir aileden mustesna bir kiz, allah bagislasin. Ev arkadaslarimdan biri Marta; Polonyali , taniyanlar icin, kulaklari cinlasin bizim Bandirma Umite pek benziyor. Hem gorunusu hem mizac. Antremanli oludugum icin sorun yasamiyorum, illaki bir orta yol buluyoruz. O da benim gibi kisa donem proje icin burada. Digeri ise Fransadan Pauline. Kendileri buraya bir yilligina gelmis durumda. Baska bir zaman olsa kolayca asik olabilecegim bir kadin, ama simdi degil. Yine de bazen senin o fransiz aksaniyla murat deyisini yerim diye icimden gecirmeden edemiyorum. Yeni-gecici ev halki bu sekilde efendim. Hepimiz farkli memleketlerden, farkli yerel saatlerden gelmis bulunuyoruz. Ama burada pek cok seyimizi oldugu gibi saatlerimizi de ingiltereye ayarlayip gecinip gitmeye basladik. Merkeze 20 dakika yurume mesafesinde bir binanin 12. katinda dairemiz. Her sabah Leeds manzarasiyla uyaniyorum; eger hava aciksa gunesin dogdugu o kipkizil gokyuzunu de gorebiliyorum erken uyandigimda. Karsi dairemizde de bir gonullu kaliyor, Avusturyadan Dominic. Bizim evde oturma odasi-tv olmadigi icin bazi aksamlar "next door"a tv izlemeye gidiyoruz.

Leeds 750 bin kisilik bir sehirmis. Sehir merkezi coook buyuk degil, insan bir gunde tum sokaklarini gezebilir belki de. Turist bilgi merkezinden alinan bir harita yardimiyla sehirde kaybolmak imkansiz. Sehir insanlar icin imar edilmis, yani oyle araclarin rahati icin koprulu kavsaklar, altgecitler, ustgecitler yok. Bol bol trafik isigi var pek yokusu tepesi olmayan bu sehirde. Hafta ici hergun baska bir kurulusun yuruttugu bir projeye destege gidiyoruz. Ev sahibi kurulusumuzun kendi yuruttugu herhangi bir proje yok, gelen gonulluleri saga sola yonlendiriyorlar sadece. Bir nevi insan kaynaklari ajansi gibi yani. Yaptigimiz isler genelde `gardening` dedikleri kazma-kurek-cevre temizligi isleri. Yanliz bildigin amele gibi calisiyoruz, hatta carsamba basparmagim su toplayip yara oluncaya dek kazma salladim. Sikayetci degilim, zaten bitti sayilir proje.

Hava bir acayip. 10 dakikada bir degismesi mumkun. Bir bakmissin gunes var, bir bakmissin hoop yagmaya baslamis. Semsiyeyi her daim yanimda hazir etmeyi ogrendim. Buranin yagmuru eksik olmuyor ama bu yagmur bildigimiz gibi degil, daha cok ciseleme gibi ya da ahmak islatan dedigimiz turden, ama ruzgarla birlesince cok soguk oluyor. Hesapta buranin yerlisi gibi gorunmeyi amacliyordum ama plan tutmadi. Yerliler tisortle-gomlekle gezebiliyorlar bu mevsimde. hele kizlar; yarabbim nasil donmuyor kiclari... Ben adam gibi ne varsa giyiyorum kat kat; bir de hastalikla ugrasmanin anlami yok.

Gectigimiz cuma gecesi ilk gece hayati deneyimini yasadim. Tum evs tayfasi (fikra gibi, bir alman, bir, fransiz, bir norvecli, vs) 12 genc giris ucreti istemeyen bir mekan aradik. Bu arada kaybolanlar, sokakta iseyenler, taskinlik yapanlar. Neyse nihayet bir yere girdik; ambians hos, renkli. Her cesit milletten adam var. Tuvalette cisimi yaparken yanima laciverte kacan bir siyah abi geldi. Odum koptu; erkeklikten kesiliyordum animallah, neydi o oyle. Neyse ingiliz kizlari pek bir sicak diyelim terbiye sinirlari icinde kalarak. O kadar sicaklar ki minnacik eteklerle ve de corapsiz hic usumeden dolasiyorlar sokaklarda gecenin bir vakti. Etekler sanki sadece kemerden ibaret. Sigara icmek icin kapi disina cikmak gerekiyor. Yine oyle bir anda yanima yaklasan bir Jamaikali arkadas `brother do you need something` dedi. Ben mal gibi odemeyi pesin yaptim, sonra bekle bekle herif gelecek... Neticede 10 pound kaziklandim bu ilk alisveris deneyimimde. Cezayi yine ayaklarim cekti, eve yuruyerek dondum sabahin ucunde; tabi fransiz ev arkadasim olunca yanimda cok da dert olmadi.

Esas mekan bizim mahalledeki pub. Kose basinda, civardaki isci abilerin-ablalarin takildigi bir yer. TVde surekli mac yayini yapan bir kanal, arkadan muzik, her tarafta leeds united bayraklari falan. Ilk gittigimde yanlizdim; iki lager (biranin adi lager burada) icip ciktim. Sonraki seferde Pauline ve karsi komsumuz Dominicin kiz arkadasi da vardi. Saat epeyce ilerlemisti ve mekandakilerin kafasi epey guzel olmustu. Girdigimiz gibi sarhos bir ortayas ingiliz abi sardi bize. Benim Turkiyeden oldugumu ogrenince baslamaz mi galatasaray geyigi yapmaya. Sonra da butun bara donup bagirarak benim istanbuldan gelen bir galatasaray taraftari oldugumu soylemeye basladi. Dedim heralde vade buraya kadarmis, bu sarhos leeds fanatiklerinin elinden sag cikamam. Ama sonra birden bizim sarhos "we are all differants all friends" demeye basladi. Galiba tisortum ise yaradi. Neyse sonra klasik sarhos tavirlariyla ozur dileyip defalarca elimi sikmaya basladi. Hatta bira bile ismarladi, eger bir durum olursa onu bulmami falan soyledi. Neyse ayni gece mekanda insanlar sigara icmeye basladi, biz de bir kulluk istedik ve nihayet buradaki en keyifli anlarimdan biri gerceklesti. Bira-sigara-muhabbet...

Gecen pazar gezmeye Yorka gittim. Buraya bir saat mesafede eski bir tarihi olan huzur dolu bir yerdi. Sehrin duvarlari uzerinde yurudum epey bir sure, ardindan daracik sokaklarindaki magazalarda ilginc ve ucuz bir sey aradim, kalmamis. Sonra dunyanin en buyuk demiryolu muzesini ziyaret ettim. Nihayet sehir muzesi ve yeterince yorulduktan sonra muze parkinda istirahat ve kitap okuma saati. Hastasiyim buradaki park olayina. Tertemiz, yemyesil. Evcil sincaplar var basibos kopekler yerine. Bugun de gecen cuma disariya ciktigimiz ayni ekiple Manchastera geldik gunu birligine. Bir sure hep birlikte gezindik. Ardindan kizlar alisverise erkekler puba. Bir sure sonra baydim ve attim kendimi disariya. Ingilterenin en berbat havasinin oldugu bu sehirde amansizca yurudum yagmur ve ruzgara ragmen. Tarihi The Rylands Libraryde hem isindim hem de yazi-baski ve kutuphaneciligin tarihine iliskin pekcok sey ogrendim. Bir yandan hala hizmet veren bu tarihi kutuphanenin tarihi tuvaletleri bile hizmete acik. 200 yillik bir tuvalette kendimi ozel hissetmedim degil. Kimbilir ne alimler oturdu su an oturdugum yere diye gecirdim icimden. Simdi Manchaster universitesi yakinlarindaki bir ogrenci mekaninda hem kahve icip hem de beles internet araciligiyla blogu guncelliyorum.





(devami gelecek)